Hayalet Elin Gizemi

Yazan ve seslendiren: Serkan Karaismailoğlu

Hayalet Elin Gizemi adlı sesli yazımızı ister okuyabilir, isterseniz dinleyebilirsiniz. Yazıyı dinlemek isteyenler aşağıdaki bağlantıyı kullanabilir.

Başlık her ne kadar paranormal bir fenomenle ilgiliymiş gibi gözükse de aslında oldukça bilimsel ve fizyolojik bir olaydan bahsedeceğiz. Aslında çok eski çağlardan beri bir uzvun kesildikten sonra varlığının hissedilmesi deneyimlenen bir durumdu. Ama bu konuyu bilimsel anlamda ilk yorumlayan Fransız cerrah Ambroise Paré olmuştu.

Paré, dönemi için çok önemli bir karakter olup modern cerrahinin öncülerindendir. Vücut için sorun oluşturan uzuvların cerrahi yöntemlerle kesilip alınmasına amputasyon denmektedir. Aslında amputasyon çok uzun zamandır uygulanan eski bir yöntemdi ve kesilen bölge kızgın bir demirle dağlanırdı. Aslında bu durum işe yarıyor gibi gözükse de birçok kişinin ölüm nedeni olmuştu. 1545’li yıllarda Pare bu geleneksel dağlama yöntemi yerine kesilen bölgedeki atardamarları bağlama yöntemini geliştirmiştir. Hatta kendisinin o dönemin şartlarında tasarladığı yapay-mekanik eller olduğunu da belirtelim. Döneminin oldukça ötesinde bir beyne sahip olan Pare’nin hayalet uzuvlarla ilgili de çok fazla gözlemi vardı ama keşfedilecek o kadar çok şey vardı ki bu konuya sıra gelmemişti.

Pare’den yaklaşık 250 yıl sonra Lord Nelson adlı bir İspanyol meseleyi çok daha farklı bir açıdan yorumlayacaktı. Kendisi 1797 yılında İspanya’da Santa Cruz de Tenerife bölgesine yapılan saldırıda birçok adamını yitirmişti. Ama acısının kaynağı sadece yitirdiği adamlar değildi. Yaralanan Nelson’un kolu kesilmişti. Fakat Nelson ilerleyen günlerde garip bir deneyim yaşayacaktı. Kolu kesilmiş olmasına rağmen kesik yerin devamında hala bir kol varmış gibi hissediyordu. İşte o an Nelson bir gerçeğin farkına varmıştı. Bu tümüyle ruhun varlığına kanıttı. Sonuçta bir uzuv kesilip atıldıktan sonra bile hissedilebiliyorsa muhtemelen asıl hissedilen ruh olmalıydı. O nedenle vücut yok olduktan sonra da ruhun yaşamaya devam etmesi oldukça muhtemel bir olasılık gibi görünüyordu. Nelson’un bu fikrinin o dönem oldukça karşılık bulduğunu belirtelim.

İspanyol Lord Nelson’un savaşından 70 yıl sonra yani 1860’lı yıllarda Amerika kıtasında bir İç Savaş yaşanmaktaydı. Bu savaş sırasında birçok insan hayatını kaybetmişti. Biraz daha şanslı olanlar savaş sonrası çeşitli yaralanmalarla evlerine dönebilmişti. Yaralanmaların büyük bir kısmında, dokuların zarar görmesi ya da kangren olması nedeniyle, birçok askerin el ve ayak gibi uzuvları kesilmiş yani ampüte edilmişti. Gerek savaşın getirdiği travma gerekse de eksik bir uzuv ile normal hayata uyum sağlamak ne kadar zor olsa da bu kişilerde çok daha farklı bir şikayet ortaya çıkmıştı. Askerlerin büyük bir kısmı, normalde kesilip atılmış olmasına rağmen olmayan el ya da ayakları ile ilgili şiddetli kaşıntı ve ağrı şikayetleriyle doktora gitmeye başlamıştı. Bu durum doktorlar açısından oldukça sıra dışı bir durumdu. Örneğin hastanın biri eli bileğinden kesilmiş olmasına rağmen ısrarla elini hissedebildiğini ve elinde inanılmaz bir ağrı olduğunu öne sürmekteydi. Bu durum karşısında tüm doktorlar çaresiz kalmıştı. Sonuçta olmayan bir elin ağrısını nasıl iyileştirebilirdiniz ki?

Amerikalı nörolog Silas Weir Mitchell bu durum karşısında epey bir heyecanlanmıştı. Sonuçta bu kadar fazla vaka olduğuna göre bu bir tesadüf olamazdı. Vakaları tek tek inceleyen Mitchell oldukça güzel bir yazı hazırladı. Üstelik phantom limb yani hayalet uzuv diye durumu çok güzel karşılayacak bir terim de bulmuştu. Fakat hazırladığı yazının içeriği nedeniyle, akademik çevrede eleştirilme ihtimalinin yarattığı endişe sonucu Mitchell keşfettiği bu ilginç fenomeni saygın bir tıp dergisinde paylaşmak yerine Lippincott’s Journal adlı daha popüler bir dergide yayınlamıştı. Böylece “hayalet uzuv” terimi ilk kez literatüre girmiş oldu.

Peki insanların kesilmiş organlarını hissetmeye devam etmesi nasıl mümkün olabilirdi? Gerçekten de Lord Nelson’ın dediği gibi Acaba bedenimiz ruhumuzun kullandığı bir kılıf mıydı sadece? Bilim dünyasının konuyla ilgili birtakım açıklamaları bulunmasına rağmen çok yakın döneme kadar hayalet uzuvlar gizemini korumuştur. Bazı psikolog ve psikiyatrlar bu konunun psikolojik bir hissiyat olabileceğini öne sürmüşlerdi. Bu durumu yakın akrabası ölen bir kişinin, rüyasında sürekli kaybettiği kişiyi görmesine benzeyen bir olaymış gibi yorumlamışlardır. Daha mantıklı bir açıklamada ise, bu hissin kesilmiş uzuvdan geri kalan dokuda yer alan sinir uçlarından çıkan uyarılar tarafından oluşturulduğu kabul edilmiştir. Yani el kopmuş olsa da elden çıkıp beyine giden sinir liflerinin kolun içerisindeki kısmı zarar görmemiştir. Bu nedenle buradaki sinir lifleri bir şekilde uyarı çıkardığında, beyin sanki bu uyarı ilgili uzuvdan geliyormuş gibi hissediyor olabilirdi. Bilim dünyası uzun bir süre bu bilgiyi kabul etse de aslında durum bir miktar daha karışıktı.

Benzer bir soru çok uzun bir süredir California Üniversitesi’nde çalışmalarına devam eden ünlü sinirbilimci Vilayanur Ramachandran’ın da kafasını meşgul etmekteydi. Ramachandran bir gün Tim Pons ve arkadaşları tarafından 1991 yılında maymun beyninde yapılan bir çalışmayı okuduğunda uzun zamandır aradığı cevabı bulmuştu. Bu çalışmayı en özet haliyle ifade edersek; Pons ve arkadaşlarının beyin haritalandırması ile ilgili yaptığı bu çalışmada maymunun belirli uzuvlarını uyararak beyinde hangi bölgenin aktifleştiği incelenmişti. Örneğin hayvanın elini sıkıp beyinde aktifleşen bölge tespit edilerek bu bölgenin elle ilgili temsili bölge olduğu öne sürülmüştü. Hatta elden beyine giden sinir liflerini kesip ilgili bölgede hala bir aktivasyon olup olmadığı da kontrol edilmişti. Bu kesi sonrasında hayvanın eline uyarı verilmesine rağmen beyinde elle ilgili bölgede bir aktivite gerçekleşmemişti. Bu da zaten beklenen bir durumdu. Ama deney sırasında çok ilginç bir sonuç ortaya çıkmıştı. Maymunun yüzüne dokunduklarında beyninde hem yüze ait bölgede hem de sinirleri kesilen ele ait bölgede bir aktivite gerçekleşmişti.

Tim Pons’un çalışmasındaki bu ilginç sonucu gören Ramachandran kafasında oluşan cevabı denemek için hemen konuyla ilgili bir test yapmaya karar verdi. Etrafındaki cerrah arkadaşlarını arayarak ellerinde yakın bir zamanda elini kaybetmiş bir hasta olup olmadığını sordu. Bir cerrah arkadaşının, motorsiklet kazası geçirdiği için eli kesilen bir hastasını kendisine yönlendirmesiyle ilginç bir deneyi hayata geçirecekti. Ramachandran, asistanının ilginç bakışları altında hastanın gözlerini bir bantla kapattı ve onu bir koltuğa yerleştirdi. Daha sonra elindeki pamuklu bir çubuğu hastanın çeşitli yerlerine dokundurmaya başlayıp nereye dokunduğunu hastanın bilmesini istedi. Epey basit gözüken bu deneyde Ramachandran pamuğu nereye dokundurursa hasta o bölgeyi bilmekteydi. Ramachandran pamuğu hastanın yanağına sürdüğü sırada hasta çok ilginç bir tepki verdi. Normalde pamuğun yanağına değdiğini hissetmesine rağmen ilginç bir şekilde sanki olmayan elinin başparmağına dda okunuluyormuş gibi hissettiğini söylemişti. Hastanın bu reaksiyonu Ramachandran’ın kafasında oluşan fikri doğrulamıştı. Pamuğu yanakta gezindirdikçe hasta sırayla var olmayan elinin tüm parmaklarını hissettiğini söylemişti.

İlginç bir şekilde hissiyat kolun üst bölgesinde de oluşmuştu. Yani resimde de gösterilen bu bölgelere dokununca hasta olmayan eline dokunulduğunu hissetmekteydi. Ramachandran basit bir pamuk yardımıyla yıllardır gizemini koruyan önemli bir meseleyi çözmüş gibi gözüküyordu. Böylesine bir keşfi tıp dünyasına basit bir pamuk çubuk ve tek bir hasta ile kabul ettiremeyeceği için birçok hastada gerçekleştirdikleri beyin görüntüleme çalışmalarıyla bu bulguları desteklediler. Sonuçta hastanın yüzüne dokunduğunuzda var olmayan hayalet eline dokunmuş oluyordunuz.

Peki oldukça garip olan bu olayın sebebi neydi? Bunu anlamak için sizleri sinirbilimin en önemli şahsiyetlerinden biri olan Wilder Penfield ile tanıştırmamız gerekecek. Penfield 1930’lu yıllarda beyni kısmen haritalamayı başaran mükemmel bir bilim insanıdır. İlk başlarda beyin cerrahı olmaktan şikayetçi olsa da kız kardeşinde ortaya çıkan beyin tümörü ve bununla ilgili zor bir ameliyat geçirmesi Penfield’ın bu konuya daha fazla ilgi göstermesinin temel nedeni olmuştu. Kendisi aslında epilepsi konusunu çalışıyordu. Epilepsi sırasında beynin bazı bölgelerindeki sinir hücrelerinin durup dururken yoğun bir şekilde aktivite göstermesi sonucu hasta nöbete girmekte, elinde karıncalanma ya da kötü kokular hissetme gibi deneyimler yaşamaktadır.

Penfield bu epilepsi vakalarından esinlenerek, beyni açıp çeşitli bölgeleri bir elektrot aracılığıyla uyarırsa belki de epilepsinin nereden kaynaklandığını keşfedebileceğini düşündü. Mesela bir bölgeyi uyardığında eğer hasta elinde karıncalanma hisseder ya da koku alırsa muhtemelen o bölge epilepsinin ortaya çıkmasına neden olan sinir hücrelerinin bulunduğu bölge olabilirdi. Böylece ameliyathanede kafasının tepesi açık ve ayık haldeki hastalarda seri bir çalışma başlatmıştı. Bu sahne gözünüze çok da korkunç gelmesin. Zira beyin dokusunun kendisinde ağrı reseptörü olmadığından biri beyninize siz uyanıkken bir iğne soksa ya da kesip bir parça çıkarsa dahi hiçbir şey hissetmezsiniz. Vücudun her yerindeki ağrı reseptörlerinden gelen bilgiyi işleyip ağrı duyusunu hissetmenizi sağlayan beynin kendisinde bu özelliğin olmaması oldukça ironik bir durumdur.

Konuya dönecek olursak, Penfield beyinde çeşitli bölgeleri elektriksel olarak uyardı ve çok basitçe hastalara ne hissettiğini sordu. Örneğin bir yeri uyardığında, hasta elinin karıncalandığını söyledi. Başka bir yeri uyardığında hasta yüzünde garip bir şey hissettiğini belirtti. Tüm bu çalışmalar sonunda Penfield epilepsinin kaynağını ararken vücudun farklı bölgelerinin beyin üzerinde nerede temsil edildiğini kabaca ortaya çıkarmıştı. Penfield’in çalışmaları sonucu ortaya çıkan, beyindeki temsil bölgeleriyle ilgili haritayı resimde görmektesiniz. Burada beyin üzerinde hangi bölgelerin ne kadar alan kapladığı özetlenmiştir. Sizin de gördüğünüz üzere Vücudun çeşitli bölgelerinden gelen duyuların beyinde işlendikleri alanlar büyüklük açısından farklılık göstermektedir. Yani sırtınızdan gelen bilgiler ile parmaklarınızdan gelen bilgilerin kapladıkları alanlar farklıdır ve bu durum hassasiyetle ilgilidir. Yani bir alan ne kadar büyükse o duyuyu o kadar hassas hissettiği anlamına gelmekledir. O nedenle vücuttakinin tersine parmak ucumuzun beyindeki kapladığı alan sırtımızın kapladığı alandan daha büyüktür. Temsili alanların gösterildiği resimde ilgili alanın beyinde ne kadar yer kapladığı hemen üstüne yapılan çizimler ile sembolize edilmiştir. Gördüğünüz üzere dudak ve parmaklar vücudun diğer yapılarına göre çok daha büyük çizilmişlerdir. Çünkü bu bölgeler diğer bölgelere kıyasla daha hassastırlar. Aslında bu konunun da oldukça ilginç bir hikayesi bulunmaktadır. Hikayeyi merak edenler You Tube’a  “Öpeyim de geçsin” yazarak detaylara ulaşabilirler.

Hayalet uzuv meselesine dönecek olursa bu resimde bir şey daha dikaktimiz çekmektedir. Sizin de gördüğünüz gibi beyindeki temsil alanlarının komşuluğu vücudumuzdaki diziliş şeklinden de bağımsızdır. Mesela yüzün hemen komşuluğunda gövde değil, el yer almaktadır. Yine cinsel organların komşusu olarak burada ayakları görmektesiniz. Bu bilgiler eşliğinde tekrar hastamızın hayalet eline dönecek olursak çok ilginç bir bilgi ile karşılaşırız. İlgili resimde bahsedilen alanın daha da büyütülmüş halini görmektesiniz. Resimde gördüğünüz üzere elin beyindeki temsil alanının komşuluklarında iki bölge vardır. Bunlardan birisi yüze diğeri ise kola ait bölgelerdir. İşte bu komşuluk ilişkisi hayalet uzuv meselesini açıklamaktadır.

Normalde elden gelen duyuları hisseden bölge elin kesilip uzaklaştırılmasından sonra deyim yerindeyse boş kalmıştır. Beyinde her alan çok kıymetli olduğundan komşuluklarındaki yüz ve kol ile ilgili alanlar sınırlarını genişleterek adeta el ile ilgili alanı işgal etmişlerdir. O nedenle hastanın ne zaman yüzü ya da koluna dokunulsa, ya da burada bir hareket meydana gelse bu bölgeden çıkan sinir sinyalleri beyinde, eskiden eli algılayan bölgede aktivite oluşturmaktadır. Bu durum da kesilen bölgede hayalet bir el varmış gibi hissedilmesi neden olmaktadır. Oldukça ilginç bir durum olan hayalet uzuv deneyimi benzer bir mantıkla diğer vücut parçalarında da ortaya çıkabilmektedir.

Son olarak beyindeki temsil alanları ve komşuluklarının neye göre belirlendiğine değinerek yazımızı bitirelim. Pennsylvania üniversitesinden Martha Farah’ın bu konuda ilginç bir fikri bulunmaktadır. Farah’a göre beyindeki bu farklı komşuluğun nedeni fetüsün anne karnındaki pozisyonundan kaynaklanmaktadır. Buna göre kıvrılmış ceninde kollar dirsekten bükülü durumdadır ve eller yanağa dokunmaktadır. Diğer taraftan bacaklar bükülüdür ve ayaklar cinsel organlara dokunmaktadır. Temsil alanlarıyla ilgili resme baktığınızda el ve yüz arasında diğer tarafta da ayaklar ve cinsel organlar arasında bir komşuluk görürsünüz. Bu açıklamanın bir görüş olduğunu ve de bu yaklaşıma uymayan durumların olduğunu belirtelim. Aslında çok büyük bir ihtimalle bu durumun genetik bir nedeni bulunmaktadır.