İĞNE

Yazan ve seslendiren: Dr. Aslı Şan Dağlı Gül

İĞNE adlı sesli yazımızı ister okuyabilir, isterseniz dinleyebilirsiniz. Yazıyı dinlemek isteyenler aşağıdaki bağlantıyı kullanabilir.

Robot bir kuşun bitmek bilmeyen çığlıklarını andıran zilin çalmasıyla beraber, küçük kızın dudak köşeleri aşağıya, kaşlarının ortası ise yukarı çekilmişti. Hemen arka odaya koşup demir somyanın altına saklandı. Kimsenin onu bulamayacağından emindi de bir ihtimal yanındaki yatak altına istiflenmiş yazdan kalma karpuzlar onu ele verebilir diye minicik işaret parmağını dudağına götürdü. O küçücük aralıktan sıyrılan Şşşşş sesi arka odada sönerken, annesi de son iki yıldır her 21 günde bir gelen ziyaretçilerine kapıyı açmış ve o güvenilir, kibar gülümsemeye aynı zarafetle karşılık vermişti. Küçük kız da annesi gibi bu orta yaş üstü ziyaretçinin güvenilir ve kibar biri olduğunu gayet iyi biliyordu ama o elinde tuttuğu sert kalıplı siyah çanta tir tir titremesi için yeterliydi. O çanta çocuğun geçirdiği romatizmal ateşin kalp romatizmasına dönüşmemesi için düzenli olarak 10 yıl boyunca 21 gün aralıklarla eve gelmeliydi. Kırmızı yanaklı küçük kız son 2 yıl içinde sürecin tamamını öğrenmişti. Sert çanta ve sahibi annesinin buyur etmesiyle mutfağa gidecek, çok sakin, bir o kadar da profesyonel bir tavırla açılacak ve içinden tencerede kaynatılmak üzere küçük kıza kendi boyunun en az üç katıymış gibi görünen o İĞNE çıkacaktı. Bu sefer çok iyi gizlendiğinden şüphe etmiyordu ama annesinin süper x ışınlı gözleri yüzünden olsa gerek yine becerememişti, tıpkı 21 gün öncesi ve 21-21-21 gün öncekiler gibi…

 Bu günlerde antika severlerin gözdesi olan o cam cidarlı çok kullanımlık metal enjektörler, 40 yıl öncesinde çocuk olanların pek de gözdesi sayılmazdı. Zaten adı da o sıralar ”  enjektör” kelimesi kadar havalı değildi. ŞIRINGA. Yunanca, “su çeken boru, tüp” anlamına gelen bu kelime adını aslında tıbbi bir uygulama için hak etmemişti. 1858 yılında Henry Giffard tarafından tasarlanan ilk enjektör lokomotif kazanlarına su püskürtmek için kullanıldı. Daha sonraları birçok endüstriyel alanda kendine yer bulan bu tasarım küçülerek 19. yüzyıl Fransa’sında bir cerrahın, Dr. Pravaz’ın ellerinde bugünün en yaygın kullanılan tıbbi aleti haline dönüşmüştü. Pravaz, şırınganın ilk tıbbi kullanıcısı olmuş ve ağızdan ilaç vermeye göre daha etkili olduğunu savunmuştu ki haklıydı da. Ancak yine de tıp dünyasının kaderini değiştirmiş olan bu icat, bünyesindeki o muhteşem sıvı emici, derecelendirici ve püskürtücü düzenekle değil de ucuna takılan İĞNE ile anılır olmuştu. Ne enjektör ne de şırınga. Artık adı iğneydi ve uygulayıcıları da İĞNECİ olarak anılan kişilerdi. Mahalleli tarafından genelde saygı duyulan iğneciler, hemen her eve girer ve bu ailelerin yaşamlarından birçok puzzle parçası toplardı. …Bir bebeğin dünyaya gelmesiyle başlayan bol gülücüklü anılar… Küçüklü büyüklü hastalık dönemlerinin kaygılı anıları…. Ve belki de ölüme çok yakın birinin etrafında gezinen hüzünlü anılar. İğneci evi terk ederken bu anıları da çantasına doldurup bir başka evin yolunu tutardı. Uzun yıllar içinde tüm mahallenin ruhu ile dolan o çanta sanki kişilik kazanır, insanların sevinçlerine, hüzünlerine eşlik ederdi. Mesela yeni doğan bir bebeğin annesi için geldiyse, sevinçle, şefkatle gülümser, kaçınılmaz bir ölüm öncesine denk geldiyse vakur tavrını takınır,  belki de az sonra kucağına alacağı iğnenin ucunda biriken son damla ile gözyaşını dökerdi. Bu çanta ve içinde gezinen iğne  çoğu insanı çocukluğundan hatta bebekliğinden itibaren tanır; hatta sadık dostu İĞNECİ artık dünyada olmasa bile nöbeti devralan yeni hayat arkadaşı ile yaşam parçaları toplamaya kaldığı yerden devam ederdi.

 1950’li yıllarla birlikte beliren TEK KULLANIMLIK enjektörler yavaş yavaş tüm dünyadaki bu karakter kazanmış emektarı, zorunlu emekliliğe ayırıyordu. Türkiye mahallelerinin iğnesi ve iğnecisi 70’lerde bile halen 50’li yılların bu ürününden pek etkilenmese de kaçınılmaz son onları da bekliyordu.

HIV, Hepatit B ve C gibi birçok ölümcül virüsün tüm dünyada yaygınlaşması ile o eski- her evi gezen şırıngalar, yerini “gezme” denen şeyin ne olduğunu bile anlamadan tıbbi atık kutusunu boylayan plastik enjektöre kaptırmıştı. Teknoloji an be an ilerlerken iğnenin de enini, boyunu, etini, kemiğini değiştirmiş bugünlere kadar getirmişti.  

Ama teknoloji ne kadar değişirse değişsin, insanın deri bütünlüğünün birkaç mikrometre dahi bozulması fikrine verdiği tepki değişmedi. Gözlerinizi sıkıca yumarken “DERİN BİR NEFES ALIN” komutuna eşlik eden acı. İşte o acı yüzünden çoğu çocuk kaçmaya, ağlamaya, debelenmeye hatta erişkinler bile görünce bayılacak gibi olmaya devam etti. Yaramazlık yapan çocuklar için “SUS, YOKSA İĞNECİYİ ÇAĞIRIRIM” cümlesiyle daha da büyüyen o acı geçmişteki o kendi halindeki mahalle iğnecisini, bugünün de hekim ve hemşirelerini sevimsiz birer canavara dönüştürdü. Her enjeksiyon öncesinin vazgeçilmezi olmasına rağmen “Korkma, hiç acımayacak” masalı hiç işe yaramadı. Peki tıp alanında ağrı kesici ve antibiyotik uygulamalarından aşıya kadar nice girişim olanağı sunan bu muhteşem icat bizi neden bu kadar korkutuyor?

Literatürde “kan-enjeksiyon-yaralanma tipi fobiler” kategorisinde arada kaynayan enjeksiyon yapılma korkusu erişkin nüfusunun neredeyse yüzde 3 ünü etkileyen bir fobi türü olarak, böcek ve sürüngen fobileriyle kapışabilecek durumda. Hastalık için olmasa bile hepimizin hayatına aşı sayesinde mutlaka girmiş bir kavram enjeksiyon. Belki de aşı- enjeksiyon ikilisi korkusu bu topraklarda 1700 lü yıllarda henüz enjektörlerden bile bi-haberken genlerimize işlendi. 1721 yılında İngiltere Büyükelçisinin eşi Lady Mary Montagu ülkesine yazdığı bir mektupta İstanbul’da çiçek hastalığına karşı kadınların geliştirdiği bir yöntemden bahsetmektedir.  O dönemde tüm dünyanın muzdarip olduğu çiçek hastalığına karşı belki de o dönemin İĞNECİLERİ denilebilecek bir grup kadın ceviz kabuğuna doldurulmuş çiçek hastalığı etkenini getirir, “AŞI” yapılacak çocuğun derisini bir iğneyle açar ve buraya elindeki sıvıdan akıtırdı. Lady Montagu işlemden bir hafta kadar sonra vücutta çıkan kabarcıkların, sonraki iki-üç gün içinde geçtiğini ve normal hayatlarına sağlıklı bir biçimde devam ettiklerini belirtmiştir. Belki o dönemde de tahta kapının vurulmasıyla kırmızı yanaklı çocuklar saklanacak sandıklar, kilerler aramış, yanlarındaki çaputlara, erzaklara şşşş yapmışlardı.  

O günlerden bugünlere nice insana iyi polislik yapmasına rağmen hep kötü polis muamelesi görmüştü iğne. Ama hepimize ne kadar ürkütücü gelirse gelsin, şimdiye dek hayatı korumak için her fedakarlığı gösterdi. Defalarca kaynar kazanlarda kaynatıldı, evden eve, hastaneden hastaneye, seferden sefere koştu. Şekilden şekile girdi ve tek sefer kullanıldıktan sonra hiç takdir görmeden çöp kutusunu boyladı. Yüz yıla aşkın bir süre bizimle yaşadı. Ve görünen o ki gelecekte de acısız iğne uygulamalarından sensörlü infüzyon pompalarına kadar çeşitli biçimlerde bizimle yaşamaya devam edecek.

O düşünen, hisseden iğnenin yerinde mühendislik harikası robotlar olsa bile…

https://www.instagram.com/aslisangul/